14 Aralık 2008

Ben-im, Beni-m, Ben mi?

Bencilliğin kendi isteklerimizi yerine getirmeye çalışmakla bir ilgisi yok. Sorduğumuz sorulara mutlaka bir yanıt istemenin, arada bir ya da her zaman hatırlanmayı talep etmenin veya düzüşürken sırf kendi orgazmımıza odaklanmanın bencillikle bir ilgisi yok. Esas bencillik, bunları karşı tarafa istetmekte, ona bu cüreti vermekte yatıyor. Karşındakini cesurlaştırmaktır bencillik çünkü kendin bencil sayılmamak için elinden geleni yapacak kadar korkaksındır. Sınıfta söz alıp herkesin önünde rezil olmamakla o kadar meşgulsündür ki hayatın boyunca hiçbir kalabalık ortamda haddini aşacak uzunlukta veya desibelde cümleler kurmazsın. Ultra bencil olanlar kalabalık olmayan ortamlarda dahi cümle kurmaz, sırf kendileriyle konuşurlar ama konumuz bencillik derecelendirmesi değil. Şimdiiiii! Erken veya hadi ortanın biraz altı boşalma süresine sahip bir adamın, yatakta geçen kısa veya ortalamanın biraz altı bir sevişmenin bitiminde (sadece adamın boşaldığı bir finali kastediyorum tabii) sırtını dönüp zıbarıp yatmasını düşünün. Buna bencillik denmez de ne denir, di mi? Şak şak, sonra da kıçını dön uyu! Ama bu adamın attırış sonrası uyuma arzusunu giderme seçiminin, herifi, yanında yatan hatuna sarılmaktan alıkoymasından daha beter bir bencillik de mevcut: Tüm isteklerini karşısındaki hatuna veya herife göre şekillendiren, “karşımdakini mutlu etmek beni en çok mutlu eden şeydir, oley!” şeklinde ovada bayırda zıplayarak dolaşan, herkesin göğsüne bastırmaya doyamadığı türden tipler. Bencilin Allah’ı bunlardır. Bunların birçoğu, ailelerinin ev fabrikalarında üretilmiş birer ürün olarak hayatlarına son kullanım tarihlerine kadar devam eder. Okur, çalışır, evlenir, istekleri göz önünde bulundurarak durumu yettiğince torun yapar, bir araba alır, sonra kiradan kurtulur, biraz yardımla ev alır, sonra o yardımı iade eder, ailesine de “biz hâlâ çocuğumuz için buradayız” özgüvenlerini tazeleme fırsatı sunar, doğar büyür gelişir yaşlanır geberir gider. Bu pakette defolu mal yok usta!

Hayatlarına giren sevgilileri, arkadaşları, hocaları tarafından şekillendirilen birer heykel gibi hayatın içinde hep aynı pozda sadece dururlar. Fakat bu angutların bencil olmalarının esas önemli nedeni, sanıldığının aksine cesaretlerinin olmayışı değil onu gösterecek cesaretleri olmamasıdır. Bunlardan bazıları da konuşmayı söktükleri ilerleyen dönemlerde “orada ben olacaktım…” ile önceki anlatılan durumla bağlanan üç noktalık cümleler kurarak pikaptan alınmayı bekleyen bozuk plak gibi çalmaya devam ederler. Cesaretlerini kullanmamayı seçtiklerinden de kendilerini insanlarla asla paylaşmaz, her zaman “ise” kalıpları arasında beslenen parazitler gibi yaşarlar. Toplumun arasında gezinir, oraya buraya çarpar, başkalarına güler, başkalarına ağlar ama asla aynı şeylerin kendi başlarına gelmesine izin vermezler. Çünkü onlar tekdüze olmak istemezler, başkalarının yaşanmışlıklarını tecrübe etmek onlara göre değildir. Güldükleri şeyler komik gelmez, sadece başkaları güldüğü içindir bu gülme paylaşımı. Onlara neyin komik geldiğini asla bilemeyiz.
Kendi isteklerini paylaşanlar değil, kendilerini paylaşmayanlardır asıl benciller.

01 Ağustos 2008

Kavalyem olur musun?

Ellerim üzerinde geziniyor. Bazen yanlış yerlerine dokunuyorum, ama geri dönüşü olmayan bir yol değil bu. Çok çabuk dönüyorum hatamdan geri. Hızlı gidip geldiğim zamanlarda ara sıra hata yapabiliyorum. "Sertçe abanmadığın sürece sorun yok," diyor bana. "Yeter ki nazik ol ve ritmini bul. Sonrası kendiliğinden gelecektir." Kendi beceriksizliğimden utandığım için ara sıra vurduğum da oluyor ona. Yapmamam gerektiğinin farkındayım, ama öfkemi tutamıyorum. Bir süre yanına bile uğramıyorum utancımdan. Yerin dibine giresim geliyor o zamanlarda. Gerçi son zamanlarda bu hayvanlıktan tamamen kurtuldum. Bağışlayıcılığı ve anaçlığı bana doğru yolu gösterdi. Aldatma mı? Arada sırada başka birinin evine gittiğimde oluyor. Ama sürekli değil, ancak denk gelirse. Canım feci sıkılmışsa. Aldatıyor gibi görmüyorum kendimi, ama yine de bir rahatsızlık oluşuyor içimde. Tamamen rahat olamıyorum en azından, bunu biliyorum. Her gün sevişiyoruz. Genelde ben üstte oluyorum, yüzü bana dönükken daha rahat olduğunu söylüyor. Benim için hava hoş. Ben de böyle daha rahat davranabiliyorum aslına bakılırsa. Hem hızlı, hem de uzun gidebiliyorum bu pozisyonda. Banyoda, salonda, her odada birleşiyoruz. Bir keresinde başka birinin evinde bile yaptık. Şimdilik ilişkimiz iyi gidiyor. Bir de şu dokunmatik faresi bu kadar kaprisli olmasa...

24 Temmuz 2008

Cevapla beni

- Seviyor musun beni?
- Tanımlasana sevgiyi?
- Bunu benden istemesen?
- Sen de sevgimi sorgulamasan?
- Başka nereden bilebilirim sence?
- Sevsem sormana gerek kalmazdı bence.

11 Temmuz 2008

Nasıl gidiyor hayat?

Hayat... dediğin nedir onu da bilmiyorum.
Benim hayatımı soruyorsan onunla tanışma şansım olmadı galiba.
Iskalamış olabilirim, ama çaba göstermeye karar verdim tanışmak için.
Yakın zamanda da ilk adımımı atacağım kısmetse.
Kısmet değilse de kısmetimi kendim yaratacağım.
Gündelik hayat jargonuyla, sana ancak "kötü gidiyor" diyebilirim.
Ama buna inanmadığımı da eklerim.
Hayat sadece gider çünkü.

09 Temmuz 2008

Anne, ben âşık oldum!

Sevgiyle alakası olsa gerek.

Her şeyi affedebilen kadınlar gördüm. Kör olan kadınlar gördüm. Gözlerini bağışlamak yerine söndürmeyi seçmiş karılar. İlişkilere mahkûm kadınlar gördüm. Sevgilisine tapan cinsten yaratıklar. Onu kendi dünyasının Buda'sı yapan hatunlar. Âşık olan kadınları gördüm. Damardan çekenlerini. Kul köle olanlarını. Öncesi ve sonrasıyla ilişkiyi kesip sadece akışına kapılmış kadınları gördüm ben. Bunlardan var. Sevgilisini tanrılaştıranları gördüm. Aşkın kantarında topuzu kaçıranları gördüm. Modern zamanların aşklarıyla sürünen gerzekleri gördüm. Sevgilisini hayatının odağı yapan sefilleri gördüm. Aşkı yanlış anlamış ahmakları gördüm. Aşkı siklemeyen erkekleri gördüm. Kendi egolarında boğulmuş sersemleri gördüm. İçine göz atmaktan kaçan korkakları gördüm. Biliyorlar ki, bir baksalar geri çıkamazlar o bomboş delikten dışarı. Aşkı delik olarak gören terbiyesizleri gördüm. Aşkı delilik olarak gören küstahları da. Aşk dediklerine ambalaj yapmış, ama anlam koyamamış reklamcıları gördüm. Yalan üniversitesini bile kopya çekerek bitirmiş mezunları gördüm. Kendileri olmayı bilmeyen, sadece rol yapan herifleri gördüm. Taklit edenleri bile gördüm. Birinin üstün olması gerektiğini sananları da gördüm. Sevgilisini üstün görüp ona, kendini üstün görüp kendine aşık olan fanileri gördüm. Denge nedir bilmeyen cahilleri gördüm. Adı üstünde; partner, eş. Aşka âşık olmanın uzun bir tekerleme olduğunu düşünen beyinsizleri gördüm.

Sorun bende olsa gerek.

03 Temmuz 2008

Benim Kızılım

Meraklarım tek flörtlük. Flörtlerim bir meraklık. Karşı tarafla tek bir kez konuştuğumda biten aşklarım var. Sadece onunla konuşmak bana yetiyor. Sesini duymak bana yetiyor. Ama her zaman değil, sadece tek bir kere. İlk seferinde. Sonra bitiyor aşkım. Başka birinde başka bir aşk aramaya başlıyorum. Belki dünyanın en güzel gözlerini, belki en güzel vajinasını. Bulduğum zaman bitecek aşkların peşinde sadece flörtlerle yaşayabiliyorum. Kızıl saçlı bir kız görebilme hayalleriyle yaşadım. Ve bir gün gördüm. Gerçekten de âşık oldum. Etkisi, vücudumdaki tüm alkolü yendi. Tüm düşüncelerimi yendi. Tüm benliğimi yitirtti. Mucize terimini hatırlattı. Hangi terime gözümü diktiğimi anlattı bana o kız. Aradığım mucizelerdir belki aşklarımda, diye düşündüm. O saçlara bakmaya doyamadım. Sonra o kızla tanıştım. Ve bir anda soğudum, çekindim, çekildim. Çektim kendimi. Artık mucize yoktu o kızda. Ben alacağımı almıştım. Kızı kullanmış mı oluyorum? Sanmıyorum. Onun haberi bile yoktur benim aşkımdan. Olsa ne olacak ki artık? Geçti bitti aşkım. Mucizesi söndü benim için.

29 Haziran 2008

Mis

Sen gittin...
Kıvrımların duruyor yatakta
Ama atlattım sayılır seni
Kokunu bitirdim, çektim içime dün
Yatağı bozmadım yine de
Bir gün gelir de
Bende tek bırakabildiğini görürsün
Diye.

14 Haziran 2008

İmza günü

Aramızdaki arkadaşlık da iyi ve ben onun "ben yaptırdım" imalı "sorun şu" yönlendirmelerinden aldığı hazzın aynını, "düzelttim," derken alıyorum. Ben yaptım ve düzelttim, ben yapmasam düzelmezdi, bir daha düzelecekse bana gelin, düzeltmek fiili sizin için ne kadar önemli onu bir kavrayın, hayatınızda bir derdiniz olduğunda onu düzeltir misiniz, yoksa onu tamir mi edersiniz. Siz hangi taraftasınız? Yapanlar mı yaptıranlar mı? Kötü ve iyi gibi boktan bir taraf seçtirme, hor görme, nefret zıtlığı değil bu, iki farklı düzlemde var olmak gibi bir şey. Bir kan bağı ile birbirine bağlı iki farklı düzlem. Temas ve oksijen bağlarına da. Konuşma ve anlaşma bağlarına da. Anlamaya çalışma ve değer verme bağlarına da. Verdiğin değerin değerini bilmekle kendi değerini bilmemek bağlarına da. Siz hangi düzlemdesiniz?

Hangi düzlemde olursanız olun, düzlemi görmüyorsanız eşitlikten bahsedemezsiniz, bundan zevk alamazsınız. Öteki düzlemden insanları tanımanın, onları hemen sevmekten geçtiğini anlayamazsınız. Bunları anlayamazsanız da bir bok olamazsınız, çok affedersiniz! Sizin için hep acı, hem mutsuzluklar akılda kalacak. Mutluluklar ucunda koşulan, bulunca sıkı sarılmaktan patlayan balonlar olacak. Sizden bir bok olmayacak! O sebepledir ki; ben arkadaşımın sizlerce sanıldığı gibi kendini öne çıkarma gösterisini göremiyorum, sizin bu kurduğunuz kelimeler bana kendi dilimde gelmiyor. Benim uzaylı dilimde bir anlam içermiyor. Ben anlıyorum, ben konuşuyorum, ben değer veriyorum, fazla gösteremiyorum ama hissettiriyorum (kendi gizli güçlerim sayesinde, siz göremezsiniz), değeri de aldığımı görebiliyorum. Zaten bu beni yaşamda tutmaya yetiyor. Acayip sosyal, fantastik kültürel, çılgınsal devasa, müthiş hovarda biri olmama gerek yok hayatı tatmak için. Bana o değer yetiyor. Tüm o dediklerinizi yapmış kadar oluyorum zaten. Bkz. anlayış ve konuşma. Hemen şimdi!

Hâlâ bu satırları okuyorsan ya düşünmedin bile okuduğunu ve berbat bir okuyucusun, bana değil, ama yazarlara hakaret niteliğindesin, ve hâlâ da okumaya devam edecek kadar utanmazsın, ve derdin sondaki sürprizin tadına varmaksa, ve aceleciliğini bahane olarak öne sürersen kabul edebileceğim tiyosunu verme cömertliğini gösterecek kadar o sürprizi tattırmayı gerçekten istediğimi sana söyleyebilir ve sana tekrar bkz. yapmanı öneririm, yok zaten buraya kadar hiç durmadıysan senin ağzına sıçayım! Al oku amına koyayım! Hiç durma, bok et sürprizi, gözlerinle bön bön bakmaya devam et, satırlarda durma, bir soluk alma, okuduğunu anlama, anlamaya çalışma, okuduğuna değer verme, değer görme. Canın da cehenneme! Henüz fırsatın da var üstelik, tekrar bir bkz. yapsan ölmezsin, kendinden bir şey kaybetmezsin.

Ancak bir de sen varsın ki... benim bu hakaretlerime ve gariz küfürlerime maruz kalmış, şöminenin kenarına dört dakikalık bir ateşle dans seansında yaptığı sürtünmeler, duraksamalar, titremeler ile kıvrılıp mayışmış ve ne dilden konuştuğunu anladığın bir yazarın son sıfatlarını duymayı bekleyen masum bir kedi yavrusunun kendisine doğru gelip o seansın içine edecek birinden duyacağı korkuyu gözlerinde hissetmiş ve şu anda kendisinden özür dileyip sadece kendisiyle tanıştığıma memnun olduğumu söylemek istediğim anlayışlı bir okuyucusun. Bu da senin imza günün olsun!

. . .

15 Kasım 2007

İlk defa

En son ne zaman hissettiğimi hatırlamıyorum. Herhangi bir his... Hiç fark etmez. Aklımda bir tarih var ama o zamandan bu yana nötralize olduğuma da inanamam. Ben gerçekten de 5 senedir hiçbir şey hissetmemiş miyim? Olamaz ya! Şu andaysa heyecan var içimde. Sabah uyanırken heyecanlıyım, gece yattığımda uyuyamıyorum. Ekmek keserken bile elim ayağıma dolanıyor, parmağımı kanatıyorum. Kendi kendime kuruntulara düşüyorum, yine kendimde çözümü buluyorum. Güvenimi tazeliyorum, sabırla ve inatla güveniyorum. Hissedebilmek mükemmel bir nimet! Herkesin bildiği ama tanımlayamayacağı bir şey. Beynim tam kapasite çalışıyor. Tezler yaratıyor, anti tezlerle karşılık veriyor kendisine. Yaşadığımı düşünüyorum. Gerçekten yaşıyorum galiba. Hak ettiğimi düşünüyorum ama hakkımı alamıyorum henüz. Aldığım zamansa ne hale gelebileceğimi tasavvur bile edemiyorum. Muhtemelen kalp krizi geçireceğim. Beynim ve kalbim vücudumun ağzına sıçıyorlar. Olsun şu iş be! Hak ediyorum amına koyayım...

29 Ekim 2007

BEN

Bir gün batımı kadar usul, sessiz ve derindi...
Doyması imkânsız, bir tepsi midye dolma gibi...
İçten içe ağlar, ama hep gülerdi...
Kendi burada, ruhu hep gezerdi...
Kelimeler yetmez, hiçbir şey ifade edemezdi...
Türkçe'de en yakın kelime "can kardeş"ti...
İçimde var olan tek açıklanabilir his ise sevgi...
Koca bir tepsiden tek bir midye vermişlerdi...
Bırakıp gitmesi zor yapandı o, herhangi bir yeri...
Candı, cigerdi, kardeşti, bendi...
Giderken yürümeye inat eden ayaklarım...
Ciğerimi dağlayan, beni mahvedendi...
Hep böyle kal emi...
Yanağındaki o gamze gibi...

Aydın İşitemiz