26 Eylül 2007

Yatmadan önce 100 neşter darbesi

Nip/Tuck nedir? Hayır, bu sorunun cevabını anlatmayacağım. Cevabı zaten biliyorum. Ben soruyu anlatmak istiyorum sizlere, dilimin döndüğü kadar, ifade kabiliyetim yettiği kadar. En önemlisi de benim açıklamama izin verdiği kadar.

"Tanrı ile bir cerrah arasındaki fark nedir, biliyor musun? Tanrı kendisinin bir cerrah olduğunu düşünmez." - Julia McNamara

İlk bölümünü izlediğimde o dönem çıkan hastane kokulu dizilere bir yenisinin eklendiğini düşünerek başlamıştım. Belki bir test sürüşü atıp sonra bırakacaktım. Bilmiyorum ve hatırlamıyorum şimdi. İlk bölüm çok geride kaldı. Ardından da bir cesur adamın bunu çevirdiğini haber almış ve çok sevinmiştim. O zamanlar çeviriye de yabancıydım, çevrilmeye de. Hatta sanırım başarısızdım o dönemde çeviri konusunda. Hoş, şimdi de başarısız olduğumu düşünüyorum. Sanırım, Nip/Tuck bende bir tek bunu değiştiremedi. Belki de pek umursamadı beni. Ama benim umurumdaydı Nip/Tuck. Basit bir cerrahlık öyküsü, post-modern bir güzellik anlayışı, hiç anlayamadığım bir makyaj pazarından öte olduğunu kanıtlar nitelikteydi. İlgimi çeken de bu olmuştu. Farklıydı işte. Mide kaldıran operasyon sahnelerini, hızlı yaşanıp, gir-çık geçilen pompalanmış kadınları, kendini tekrar eden sıkıcılıktaki güzellik anlayışını olduğu gibi resmetmeyi seçmişti. Kimileri bu özellikleri yüzünden "çok sert" diye nitelerler. Sert değil ki, sadece gerçektir Nip/Tuck. Sadece gerçek, ve gerçek asla sert olamaz. Sadece olduğu kadardır. Bunu sert gibi görmek bir seçim meselesi.

"Şimdi gerçeği görme zamanı. Eğer güçlüysen bu seni özgürleştirecek, eğer zayıfsan seni sen yapacak." - Christian Troy

Estetik cerrahların hayatlarıyla bizi tanıştırdığı söyleniyor bu dizinin. Hadi oradan! Bu kadar yüzeysel olunabilir mi? Yüzeysel olduğu iddia edilebilecek tek öğesi başroldeki Christian Troy olabilir ancak, o da ancak çok darda kalınırsa kesilebilecek bir ahkamdan ileriye gidemez. Elle tutulamaz, varlığı kanıtlanamaz -ağırlığı konusundaki iddiaları saymıyorum-, inançtan bir adım öteye gidemeyen bir şeyin peşinde Nip/Tuck, ruhumuzun. Dizinin tanıtım metninde yer alan soru da bu savımı ayan beyan ortaya koyuyor: "Ruhunuz için yüzeyde yapılan bu değişiklikler yeterli olabilir mi?" Yaratılışın kısır döngüsünden gelen, bir sperm ve bir yumurtadan oluşan deri kavramının, yine aynı döngüden gelen güzellik kavramıyla şekillenmesi aslında çok ironik. Ruh kavramını ne şekillendirecek öyleyse? Başkaları mı? Elbette, sadece güzellik ya da ilk duyduğum günden beri varlığına inanmadığım, iğrenç "normal" kavramıyla ilgili değil bu estetik dünyası. Tedavi amacıyla da yapılıyor bu operasyonlar. Ama Nip/Tuck'ın bu güzelim amacı baş tacı etmek gibi bir derdi yok. Varsayılan bir ayar olarak düşündüğünüzü farz ediyoruz (Default demeye çalıştım, ama çeviride başarısız olduğumu söylemiştim).

Güzel, prezentabl, anlayışlı, kaba, kötü, zevk sahibi, pişmemiş, tatsız, hırslı, eğlenceli, somurtkan, pozitif... Bunların hepsi günümüz dünyasında; hayır aslında, her zaman varlığını yitirmeden kendimize empoze ettiğimiz sıfatlar. Nasıl sorusuna verilebilecek göreceli cevaplardan sadece birkaçı. Bu cevapların hepsi beğenilerle göreceli aslında. Birbirimizi tanımlama şehvetine ve açgözlülüğüne meraklı olduğumuzda kullandığımız ve beynimize bile gitmeden ağzımıza gelen yaftalar. Bana göre ırkçılıktan öteye gitmiyoruz, her ne kadar aksini iddia etsek de. Tanımlamalıyız, sınıflandırmalıyız etrafımızdakileri. Zenci, Kürt, Barbar Türk, Güneyli, Asosyal, İrlandalı, Fakir, Zengin piçi, En az Lise Mezunu demekten ne farkı var bunların? Konuşmuyorsa ketumdur, soğuktur birisi. Biz onu ancak konuşarak anlayabilecek kadar yüzeyseliz çünkü. O da ancak kendini anlatarak bize tanıtabilecek kadar zayıftır çünkü. Biz o kadar basit varlıklar mıyız insanlar olarak? Karşımızdakini anlamamız çok mu gerekli söyleyeceklerinden ya da görünüşünden ya da yaptıklarından? Onu anlamamızdan daha da önemli ve vahim bir sorunumuz var aslında. Onu kabul edebilmemiz için illa kendini anlatması gerekmekte. Bunu başaramayan ve başarısız olduğu için kabullenilmeyen, dışlanan insanların ruhlarında açılan, kapatılması imkansıza yakın olan en tehlikeli ve en vahşi duygu da burada devreye giriyor. Sevgisizlik.

"Operasyon geçirmiş birini gördüğümde, ilk düşüncem şu oluyor: Seni kim yeterince sevmedi?" - Ryan Murphy (Dizinin yaratıcısı)

Yalnızlıktan ve yalnız kalmaktan korkuyoruz tür olarak. 20-25 seneyi devirmiş insanların akıllarında yalnız ölmeme fikriyle dolaşmalarını, bir an evvel O'nu bulmalıyım yoksa ne yaparım, diye gezinmelerini aklınız alıyor mu sizin? Birilerine bağlanma, kendilerine bağlama, "ileride bir yerime bir şey olursa bana kim bakar" türevinden depresyon fidanlarını atmaya çok hevesliyiz. Özgüven sıkıntısı mı çekiyoruz yoksa gerçekten de birileri olmadan çekilmez mi bu yaşam... ya da bu ölüm? Bağımlılıklarımızdır bizi yaşamda tutan ve aynı şekilde ölüme çeken. Bu bağımlılık içki-sigara-uyuşturucu gibisinden fiziksel zararlı maddeler de olabilir, ruhumuzun açlık çeken bölgelerinin yarattığı enfeksiyonlardan doğan sevilme, seks, beğenilme, aşk gibi hem fiziksel hem de ruhsal ihtiyaçlarımız da. Öyle ya da böyle herkes benmerkezci olacaktır hayatının bir evresinde. İhtiyaçlarımızın tedarik edilmesi gerekliliği küçücük beyinlerimizde binlerce tecrübe taşı ve kilolarca badire sıvasıyla inşa ettiğimiz prensiplerimizin de önüne geçecek, öncelik oluşturacaktır. İhtiyaçlarımız bize yön vermeye başlayacaktır, biz daha ihtiyaçlarımıza yön çizemeden. Bu muhtaçlığın bir adı varsa da ben bilmiyorum, belki Nip/Tuck biliyordur. Yüzeyden de olsa, yüzeysel de olsa bir şekilde bu gereksinimlerin kulağı ters gösterme misali bir ilacı var. Yüzümüzün, gözümüzün, göbeğimizin, kolumuzun, kıçımızın, başımızın bazı müdaheleler ile kolayca "normalleşebildiği" bir devirdeyiz artık. Üst derideki bu normalleşme çabaları altta çarpan organımıza ve şu taşıdığımız 28 gramlık yükümüze nüfuz etmeye yetiyorsa ne âlâ! Peki ya yetmezse? Daha fazlasını mı isteyeceğiz? Yeni bir ameliyat, daha sıkı bir beden, daha çok fedakârlık, daha az biz... Gitgide normal kavramı altında eriyip gidiyoruz. Kavramın bizi değiştirmesine seyirci kaldık, bari insanların bizi değiştirmesine izin vermeyelim. Kendimizi kusurlarımızla değil, sadece sevelim. Dışa vurmadığımız engellerimiz görünmüyor diye kendimizi fiziksel olarak "tamam", görünenleri de "farklı"dan saymayalım.

"Geri kalanlarımızın içine giydiklerini siz dışınıza giyiyorsunuz." - Sean McNamara

Bir de şöyle bir inanılan doğru var ki; istediğimiz gibi hissedebilmek için mutlaka önce yerine getirmemiz gereken bazı şartlar olmalı. "Yemeğini yersen çabuk büyürsün" misali nasıl bir saçmalıktır ki bu, öz be öz bana ait olan hislerimi neden ben kontrol edemiyorum da başka yerlere pamuk iplikleriyle bağlamak zorunda kalıyorum? İnsanın kendini başkalarına tanıtması o kadar gerekli olmasa da, önce bir kendini tanıması elzem. Hatta işte bir gereklilik size: İnsan kendini tanımak zorundadır. Dikte ettirilen doğruların kalıplarına uymayan bir profili varsa bunu kafasına takmasa da olur. Doğrular seninle karşılaşmadan önce başkaların verdikleri kararlarla biçim almıştır çünkü. Kendimizi iyi hissetmek için bir şeylere ihtiyaç duymamalıyız. Nasıl hissetmek istiyorsak öyle hissedebilmeliyiz. Bunu kimse engelleyemez bizden başka. Duygularımızın amaç olduğu bir evrende geri kalanların hepsini araç olarak kullanıp atabilmeliyiz. İyi hissetmek için bir şeylere ihtiyaç duymasak da olur, ama bir şeyler yapıp da iyi hissedebiliyorsak yeme de yanında yat o zaman. Önce kendimizi bilmeliyiz. Hislerimizi engebesiz yaşamak için tek ihtiyacımız bu. Biraz Sokrates koktuğunun farkındayım ama benden önce söyledi diye, bu onu taklit ettiğim anlamına gelmez.

"Dahili bir problemi harici bir tamiratla düzeltme hatasına düşmeyin." - Megan O'Hara

Ruhumuzun manevi ve ruhani bir kavram olduğuna seviniyorum. Allah korusun tersi olsa, onu da tamir edebileceğini -tedavi değil- düşünen zavallılar ortalıkta türer, daha da zavallılar bu türeme zincirinin besinleri olmaya büyük bir hevesle istekli olurlardı. Ruhun tamiratı abesle iştigal ama tedavisi bambaşka bir mesele. En çetin ceviz varlığımız sanırım ruhumuz ki, tedavisinde çoğu zaman başarısız olunuyor. Hoş, bunu başardığını "iddia eden" psikiyatristler eşek yüküyle para götürmesine götürüyorlar ama yine de bu tedavinin başkasının yapabileceği bir iş olduğuna inanmıyorum. Bir tecrübe, yaşanmadan hiçbir şey ifade etmez. Aslında, hiçbir olgu başkaları tarafından da tecrübe edilemez. Kimse sizin yerinizde asla olamaz. Ancak benzer olayları yaşayabilir, ama aynısını asla bilemez. Akıl vermek, nutuk atmak, ahkam kesmek içgüdüsel olarak sevdiğimiz yardımlaşma araçları fakat iş yine kendimizde bitiyor. Öte yandan kendi başımıza değişmemiz oldukça zor, yapımız gereği. Biz kendi başımıza değişmek yerine değiştirilmeyi tercih ediyor, kolayına kaçıyoruz. "Bu pazartesi başlıyorum"ların kaçı Salı son buluyor, kaçı bir sonraki Pazartesi'yi görebiliyor? Kaçımız bir özelliğimizi değiştirmeyi başarabiliyoruz? Zerre iz bırakmazcasına değiştirdiğimiz, bağımlılık yaratmış bu özelliğimize ne kadar süre sonra geri dönüyoruz, ne kadar süre onsuz yapabiliyoruz? Hemen mi her halükârda mı?

"Bu sefer daha iyisini yapacağım. İnsanlar değişir." - Sean McNamara
"Yüzler değişir, ama insanlar? Bu adamı Asyalı'ya benzettik diye bu herif daha fazla mı Japon olacak. Neysek oyuz." - Christian Troy

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Kavramlar sadece biz istediğinde yer değiştirebilseydi, suratı işkembe çorbasına dönmüş buruşuk hatunları ütüleme zevkini tatmak isterdim.Nefret ediyorum estetik müdaheleden. Ben böyle güzelim ulan var mı, yaşlanmayacağım,, yaşlansam da tek bir kırışıklık eklense de suratıma, güzel görünmek için plastik maskeleri yapıştırmadan gene genç kaldım demeye devam edeceğim.Varsın kanayım kendi yalanıma o gün, ruhsal kanamadan iyidir. Kan kaybından ölüyor ruhun ey hatun kişi, hala overlokçu mu arıyorsun açılan dikişlerine tenindeki. Seviyorum bu diziyi be.