10 Eylül 2006

Turn the Page

Kendini şartlandırıyorsun sen, demiştim.
Başarısız olmak isteyerek gidiyorsun, o zaman bahanen hazır olacak.

Canını yakmak istiyordum, çünkü o da benim canımı yakıyordu. Doğa kanunlarına her zaman saygı duymuş ve onları benimsemiştim. Dış görünüşü gelişimini tamamlamış bir insan gibi görünürken, içeride tabiattan hiç kopmamış bir hayvandım sanırım. Gideceği haberini aldığım gün ağzımdan boktan bir "Senin adına sevindim" çıkmıştı. O da ben de içimizden siktir çekmiştik.
Yalan söylüyordum.
Ağzımdan çıkanlarla içimdeki bencil hayvanı gizlemeye çalışıyordum.
Nafileydi. Karşımdaki benim dostumdu. Benim adımlarımı önceden biliyordu. Beni benden daha iyi tanıyor ve ara sıra bana beni öğretiyordu. Beni evcilleştirmeye çalışıyordu ve ben yine kırık not almıştım.

Madem geri döneceksin, ne sikime gidiyorsun ki, diye yükselttim sesimi.
Hocama karşı geliyor olmak kanımı hızlandırıyordu. Ve belki haklı olabilme ihtimalim iştahımı kabartıyordu. Ağzımdan salyaları akıtarak devam ettim.
"Kaybetmek istediğin bir oyuna giriyorsun."
"Bir hiç için bizi satıyorsun."
Sürekli ısırdım onu ta ki yere düşene ve pes dedirtene kadar.

Elbette pes etmedi. Bu yüzden ben sırada o ise kürsüdeydi.
Çok zorladın bu sefer beni evlat, dedi. Neredeyse başarıyordun ama hala sana öğrettiklerimden ders çıkarmamışsın. Sen çoktan mezun oldun çocuğum, tek yapman gereken artık sınıfı terk etmek, demişti.
Bu kadar basit olmaz diye geçiriyordum içimden. Yine şüpheye itmişti beni. Kafama acaba sorusunu yerleştirmişti. Yine beni yeniyordu. Kaçtım kendi ormanıma doğru. Yenemediği bir rakibi olduğunda aslanlar bile kaçmayı tercih ederlerdi. Koşmaya başladığımda sesini duyabilecek mesafedeydim...

Defterinde bir sayfaya 100 kez bu senin için bir fırsat yazacaksın sonra da o sayfayı çevireceksin, diye sesleniyordu arkamdan. Arkama bakacak cesaretim olsaydı, yüzündeki gülümsemeyle bir başka canımı daha almasından korkmuştum.

Hiç yorum yok: